17 Nisan 2010 Cumartesi

ESKİ DOST OLAN YABANCILAR (İRONİLER)




Bir yolculuğa çıkmak, biraz uzun, biraz kısa… Ve bir anda düşüncelerinle baş başa kalmak… Düşünmek ve tekrar düşünmek… Gözlerinin önünden hızla akan görüntüler… Belki fotoğraf gibi… Ama her görüntünün bir hikayesi var. Tıpkı senin gibi… Hızla akan zaman ve mekan karmaşasında tanıdık bir şeyler  aramak ve belki de bulmak ümidi ile bakıyorsun… Kendinden bir şeyler buluyorsun, kim bilir?

Derken yanında oturana dönüp bir şeyler söylüyorsun. Dışarıda zaman ve mekan hala akarken. Yanındakini yabancılaştırıyorsun yeniden tanımak için. Sonra çok eskilerden olduğu aklına geliyor ve yine dışarı bakıyorsun…

İkinci kez dışarı baktığında artık ne zamanı ne mekanı görüyorsun, hepsi bulanık ve hızla akıyor. Şimdi tamamen düşüncelerinin en kuytu köşelerindesin. Çocukluğundasın… Saf, temiz, yontulmamış, zarar görmemiş çocukluğundasın… Salt sensin…

Uzun ve dingin sessizliği yanındaki kişi bozuyor. “Kalk artık, burada iniyoruz.” Bir anda düşünceler okyanusunun en diplerinden kendini yukarıya doğru çekiyor ve yüzeye çıkıyorsun. Dışarı baktığında artık görüntülerin akmadığını görüyorsun. Ama zaman hala akıyor tüm hızıyla. Ve gizemli gözlerinle bakıyorsun yanındakine. “Yolu biliyor musun?” “Evet.”

Bir süre sonra eve varıyorsunuz. Biraz yemek, biraz müzik ve biraz sohbetten sonra dostlar derin uykularına dalıyorlar. Artık karanlık gece tüm kasvetiyle çökmüştür şehrin üzerine ve oradan da sıcak evlerin küçük odalarına…

Yanındakiyle baş başa kalmışsındır artık… “Yabancı mıydı, tanıdık mıydı?” diye düşünedururken sen, o çoktan yanına uzanmıştır bile. Bir süre sonra ise “Bu ben miyim, değil miyim?” diye düşünürsün belki de… Sonunda birbirinizi tanımadığınızı anlarsınız ve bir o kadar da kendinizi…

Hızla çarpan bir kalbi hissetmek, isterik nefes alış verişleri duymak ve ufak dokunuşlar istersin bedenine… Ve olur da zaten… Ama bir şeyler engeller ikinizi de… Peki ama neden?

Sonra hiçbir şey olmamış gibi birbirinize bakarsınız… Sen onun gözlerine, o senin gözlerine… Ne kadar da gizemli olduğunu düşünürsünüz aynı anda… Sonra gülüşürsünüz…

Derken yanındaki ilginç bir fikir atar ortaya… “Haydi güneşin doğuşunu seyredelim!” Ve bir çılgınlıktır belki de… Belki de yaşanmamışlığın verdiği merak…

Nasıl olduğunu anlamadan kendinizi sessiz sahilde bulursunuz kol kola, güneşi bekler bir şekilde… Çok şey konuşulmazdı bu zamanda…

Ve güneş… Tüm ihtişamıyla gökyüzünde yükselmeye başlar işte. O an yaşamın gizemini arasınız kalplerinizi güneşte odaklayarak. Oysa ki yaşamın gizemi güneşte değil, sizdedir. Kalpler birbirine odaklanmalı…

Güneş iyice yükselip içinizi ısıtmaya başladığında eve dönmeye başlamışsınızdır bile… Eve vardığınızda artık içinizde tatlı bir huzur vardır. Yine yatağa yan yana düşersiniz ve uyuya kalırsınız…

Günler geçtikçe  hatırlarsınız birbirinizi, eski dost olduğunuzu. Ama ilk defa bu kadar iyi tanırsınız bu sürede birbirinizi… Ve kendinizi de…

Ve yine bir yolculuk zamanı gelmiştir. Kısadan biraz uzun, uzundan biraz kısa bir yolculuk… İlginçtir ama onca yaşananlara rağmen hiç konuşulmaz yolculuk boyunca… Ve o şekilde ayrılırsınız yanındaki eski dostun olan yabancıdan… Yolunuz aynı yönde olmasına rağmen. Peki ama neden?

Boşluk mu? Arayış mı? Macera mı? Dostluk mu? Aşk mı?

(Müzik: Onur - Irony)

Hiç yorum yok: