25 Şubat 2011 Cuma

BİR RÜYA


Dün gece bir rüya gördüm. Güzel bir rüya... Sıcak bir rüya... Her yer rengarenkti. Bir gökkuşağı misali etrafı renkler sarmıştı. Çok uzun bir aradan sonra kendimi ilk defa böylesine huzurlu hissediyordum. Sanki dünyanın tüm sorunlarından uzaklaşmıştım. Kaygısızdım. Hafiftim.

Önümde bir çiçek tarlası uzanıyordu. Ardında engin bir okyanus görünüyordu. Çiçeklere dokunduğumda onların ayrı ayrı çiçekler olmadığını, aslında bir bütünün parçaları olduğunu fark ettim. Birini koparacak olsam sanki tüm tarla solacak gibiydi.

Çiçekten tarlanın içinde yürümeye başladım. Attığım her adımda toprağı hissetsem de, bu bana havada süzülüyormuşum duygusunu veriyordu. Usulca süzüldüm tarlanın içinde.

Sonra onu gördüm karşımda. Koca tarlanın ortasındaki tek ağacı. Beyaz gövdesi ve kızıl yapraklarıyla uzanıyordu gökyüzüne doğru. Yanına gittim. Üzerinde hiç çiçek olmamasına karşın çok güzel bir koku yayıyordu. Tanıdık bir koku ama ne olduğunu çıkaramadığım. Ona dokunup dokunmama konusunda tereddüdüm vardı. Dokunduğumda tüm yapraklarını dökmesinden korkuyordum.

Etrafında dolandım. Tüm gövdesini inceledim. Üzerindeki kabuklardan olgun bir ağaç olduğu belliydi. Her bir kabuk bir yaşanmışlıktı. Kimisi bir anı, kimisi bir acı, kimisi mutlu geçen bir gün, sevinç, heyecan, üzüntü, kavuşma, kimisi de bir ayrılık iziydi. Ama yine de karşıdan bakıldığında dallarını ilk günkü gibi heyecanla gökyüzüne uzatan genç bir ağaç görünüyordu.

İzler beni köklerine yöneltti. Kalın kökleri toprağa yumuşakça girmişti. Tüm varlığını ona borçlu olduğunu bildiğinden saygıyla tutunmuştu toprağa.

Sonra derin bir nefesle o güzel kokusunu içime çekerek hafifçe dokundum gövdesine. Sıcaktı, sıcacıktı, güneşten daha sıcaktı... Parmak uçlarımdan vücuduma yayılan sıcaklığı hissedebiliyordum. Rüzgarın kızıl yapraklarına sürtünüp çıkarttığı sesi duyabiliyordum yüreğimde. Bana anlatıyordu kendisini, yaşadıklarını, gördüklerini, tanık olduğu aşkları, savaşları, ölümleri ve doğumları... Sanki evrenin ilk gününden beri oradaydı ve varolmaya da devam edecekti. Sanki yaşamın kaynağı kendisiydi.

Derken birden sustu. Onun susmasıyla her şey sustu. Ne rüzgarın sesi, ne yaprakların huzurlu hışırtısı, ne kuşların cilveleşmesi, ne de dalgaların şarkısı... Mutlak bir sessizlik... Ürkmüştüm ve titreyerek elimi yavaşça ak gövdesinden çektim. Elimi çekmemle birlikte gövdesi grileşmeye, kızıl yaprakları dökülmeye başladı. Tarladaki çiçekler hızla soldular, boyunlarını büktüler.

Tüm çöküş birkaç dakika içerisinde olmuştu. Şimdi tek gördüğüm kurak bir çölün ortasında, siyah gövdesi ve çarpık dallarıyla gri bulutları parçalayan yaşlı ve de yalnız bir ağaçtı.

Ve uyandım siyah - beyaz bir güne...

*** *** ***

8 yorum:

Aslısın dedi ki...

Çok güzel yazmışsın yine, daha sık yazsan ya.

Onur Diribaş dedi ki...

Teşekkür ederim Aslı. Her zaman yazamıyorum işte. Dolmam lazım, yoğun olmam lazım. Ama galiba böyle daha iyi. Az olsun, öz olsun... Tadı damağınızda kalsın...

Burcu dedi ki...

Oldukça akıcı ve okurken dinlendiğimi hissettim.

Keşke bende böyle rüyalar görebilsem..:S

Genelde korku filmi gibidir rüyalarım...

Onur Diribaş dedi ki...

Teşekkür ederim Burcu. :) Aslında bu rüya bir metafordu. Yüreğimdeki başka duyguları bir rüya formatında anlatmak istedim. Ama zaman zaman benim de böyle ya da daha fantastik ama kimi zaman da seninkiler gibi (her ne kadar bilmesem de rüyalarını), korku filmi tadında rüyalar gördüğüm oluyor. Bence kendini yalnız hissetme bu konuda. :)

Burcu dedi ki...

O zaman korkuç rüyaları da kaleme almak zamanıdır.. :)

Onur Diribaş dedi ki...

Aslında bunu düşünmedim değil. :) Gördüğüm bazı rüyalardan çok etkilendim ve hala çok net hatırladıklarım var. Onları yazmayı düşünüyorum ama henüz nasıl bir kurguyla ve dille kaleme alacağıma karar veremedim. Kafamda bunu da çözdüğümde yazacağım ama. :)

Adsız dedi ki...

Bu gerçek bir rüya olsaydı,iyiye yorulmazdı..

Onur Diribaş dedi ki...

phoebe, bu rüyanın içindeki gerçeklik de (ya da gerçeğin içindeki bu rüya da) iyiye yorulmadı zaten.